31 Ocak 2012 Salı
Yontulmamış Odunlar
Benim gibi monoton bir hayatı olan insan ancak kardeşinin zoruyla dışarı çıkardı zaten öyle oldu.Kuzenimiz Tuğbişi yanımıza aldık avmlerden birine yol aldık.Nihayet donmadan vardığımızda muhteşem ve macera dolu bir günün bizi beklediğinden bihaberdik.İlk işimiz her kızın içgüdüleri ve arzularının derin ve apaçık yansımasıyla mağazalara saldırmak oldu hani belki zor beğenen biz bir şeyler beğenebiliriz umuduyla.Bütün mağazaları talan ettikten sonra aşırı hastalık hastası olan benim başım dönmeye başlayınca bir şeyler yemeye karar verdik ve Mc Donalds 'a yol aldık her zaman ki menümü ısmarladıktan sonra masada bir sohbet belirdi.Bowling oynasak mı oynamasak mı sohbeti.Benim gibi bedensel faaliyetlerde beceriksiz olan ben yok yok nidalarımı yükseltirken oynamaya karar verdik.Giydik ayakkabılarımı aldık topları elimize kuzenim ve kardeşim acemiliğin doğal haliyle başarısız başlamışlardı ilk atışlarında ben tırsak bir şekilde topu aldım ve gelişi güzel fırlattım nasıl olsa 2 tane felan devirmişimdir diye arkamı dönmüşken bütün topları acemi şansıyla devirmişim meğerse kızlar şok içinde bana bakıverdiler bir müddet tabi acemi şansı bitince 2. olarak bitirdim bu rekabeti sonra dedik ki bu soğukta çay iyi gider gittik bir çay içtik içimiz ısındı.Sonra tüm laylaylomluğumuzla gezmeye devam ederken bir şeylerin ters gittiğini farkettik Allah'ın iki sapığı peşimize takılmıştı afedersiniz görmemiş şehrimizdende bu beklenirdi zaten.Hepimizi bir titreme sardı mecbur bir kafeye attık kendimizi kurtulmak için orada bir şeyler içtikten sonra kafenin arka kapısından çıkıp hemen taksiye attık kendimizi.Anladığım önemli nokta şuydu:''Erkeklerimiz yontulmamış odun olmaya devam ettikçe kadına nefes almak bile zor.''Görmemiş cahil okumamış pislikler sokakta doğru dürüst ceza bile vermeyen sisteme sırtlarını dayadıkça biz kadınların daha çekeceği var...
29 Ocak 2012 Pazar
Beceriksiz Prenses
Evet bugün ev işlerine bakış açımdan bahsetmek istiyorum.Aslında aa ev işleride neymiş? diyecek kıvamdayım ya neyse.Küçüklüğümden beri nefret ediyorum bu temizlik bulaşık zırvalarından lakin Allah'ta bilmiş gayet beceriksiz yaratmış beni.Ve sağolsun Rabbim bir de kıyak geçmiş azıcık cadıda olsa bir kardeş vermiş bana.Bu kardeş öyle bir kardeş ki mutfakta hamarat mı hamarat hehey!Bir de zevk alıyor yemek yapmaktan sorma gitsin tam aksim yani.Oysa ki beni şöyle yıldızlara bakan bir salıncağa koyun günlerce yatayım kitap okuyayım üşenmem ev işleriymiş felan hiç bulaşmam.Her ablanın sinsiliğiyle olaya yaklaşır kardeşim kek yaptığında felan yumulur sonra son gaz ortadan kaybolurum.Bana karşı geldimi de bir takım şeylerini annemlere yetiştirmekle tehdit ederim.Ya şimdi böyle anlatınca taş yürekli biri gibi göründümde olayların perde arkası hiçte öyle değil.Sevgili kardeşimin yaptığı bu iyilikler ona vakti zamanı geldiğinde yol su elektrik olarak geri döner yani klasik ablanın kıyafetlerine muhtaç olma durumudur bu.Tekrar ev işlerine dönecek olursak beceriksizliğime ve tembelliğime nice nineler beddua eder taş kesilir vallahi.Dikiş dikmek,örgü örmek falan hiç o taraklarda bezim yoktur benim.Ben ancak yazsam yazsam yazsam hayallerde uçsam felan...Biliyorum bu halim hal değil ama nereye kadar idare edersem o bana kar kalır felsefesiyle yetiniyorum...
Ama ne yapalım yani herkes programlanmış kadın görevleri ile dünyaya gelmiyor ya...Herkesin farklı bir becerisi var kabul etmiyorum katiyen etmiyorum kadına adanmış zoraki görevleri demokrasi geldi arkadaşım madem öyle elleri sen sıva!Bak vallahi eline de yakıştı mı ne?
Ama ne yapalım yani herkes programlanmış kadın görevleri ile dünyaya gelmiyor ya...Herkesin farklı bir becerisi var kabul etmiyorum katiyen etmiyorum kadına adanmış zoraki görevleri demokrasi geldi arkadaşım madem öyle elleri sen sıva!Bak vallahi eline de yakıştı mı ne?
27 Ocak 2012 Cuma
Gecenin mayhoş tadı
Gecenin bu saatinde ruhum özgürlüğe kavuştu sanki .Sıkıntı dolu olduğum şu zamanlarda ay ışığında vücut buldu kaybettim sandığım gerçekliğim. Daha bir seviyorum daha yakın geliyor bana ayın gizemli yüzü güneşin net parlaklığına oranla.Babamın eve gelişiyle onun sıcaklığına kavuşuyorum renkleniyor dünyam onun tek bir tebessümüyle.O an unutuyorum tüm acılarımı tüm sıkıntılarımı tüm yokluğumu karşı konulamaz hiçliğimi geceleri rüyalarımda savaş verdiğim benliğimi.Yazın gittiğim tatil mekanlarında bile ay ışığında denizin sesini dinleyip hayal kurmayı dans etmeyi çok sevdim hep.İnsanlar bile gece büründüğüm kimliğime inanamazlar çünkü onlar için bambaşka benim için gerçek Melis'in ortaya çıktığı vakitlerdir geceler.En büyük isteklerimden biri deniz kıyısında bir evim olması çünkü dalgaların sesini dinleyerek yıldızların altında kitap okumanın hazzı benim için asla tarif edilemez...Ben her zaman mekanların bir insanın içinde ki gerçekliği ortaya çıkarabildiğine inanırım belki de bu yüzden yaşadığım mekanı sevemedim ruhuma hitap edemediği için mutlu olamıyorum burada çünkü ne kadar çabalarsam çabalayayım boğazımdan sıkıyorlarmış gibi hissediyorum sıkılıyorum sıkılıyorum sıkılıyorum nedensiz yere sebepsizce amaçsızca...Ama kendime engel olamıyorum hayatta bir şeyleri değiştirmek istiyorum sıradan ve monotoon hayatın mutluluğu beni tatmin edemiyor.Günlük hayatın hazları yeteri kadar memnun edemiyor beni.Belki de bugün yazdığım bu satırlar içimde ki bir şeylerin dışa vurumuydu.
Karanlıkta ki gölgeleri de alıp bilinmeyen bir şehrin kapılarını aralayacağım,kimbilir belki o zaman içimin ulaşılamayan zindanlarına hapsolmuş zoraki sessizliğime son verebilirim.
Ve bir damla gözyaşı ile sek acılarımı birleştirip gecenin mayhoş tadını içime çekiyorum...
Karanlıkta ki gölgeleri de alıp bilinmeyen bir şehrin kapılarını aralayacağım,kimbilir belki o zaman içimin ulaşılamayan zindanlarına hapsolmuş zoraki sessizliğime son verebilirim.
Ve bir damla gözyaşı ile sek acılarımı birleştirip gecenin mayhoş tadını içime çekiyorum...
25 Ocak 2012 Çarşamba
Kadının Kadına Eziyeti
Değinmek istediğim konu aydınlık kadınlara karşı şiddetle savaş veren karanlık kadınlar.Bu deyişten eminim ki hiçbir şey anlamadınız.Şimdi bunu açıklayacağım bazı kadınlar vardır ki ailesinin verdiği dogma inançları sorgulamadan değiştirilemez hüküm gibi savunurlar hatta bu uğurda kendilerini aşağılar ve aşağılanmak için çabalarlar evet ciddiyim çabalarlar.Hepimiz karşı karşıya kalmıyormuyuz günümüzde erkek çok eşli olmalıdır diyen kadınlarla ve yine hayır efendim kadın kısmı gece dışarıda gezemez diyen hemcinslerimizle.Yine o kör kuyulara kendilerini hapsetmiş analarda vermiyorlar mı kurbanlık koyun gibi küçük kızlarını el kapısına.Yine kızları dayak yediğinde evini bil dön yuvana diye kucaklarını kapatmıyorlar mı hırsla çocuklarına?Milyonlarca kız babasından dayak yerken demiyorlar mı en çağ dışı ata sözüyle ''Kızını dövmeyen dizini döver .''diye.Sanki hatayı kendisinde aramaktan acizmiş gibi.Sonra ha bir de erkeğin elinin kiri meselesi var erkek yapar ama kadın yapamaz namussuz olur ama analar oğulları hovardalık yaparken oğullarının sırtını sıvazlarken kızlarını afedersiniz o**pu diye aynı sebeple nitelendirmiyorlar mı?Hayır kızım dizlerini kırarım o mini eteği giyemezsin dans edemezsin demiyorlar mı?Ne yazık ki diyorlar ne kötü ki diyorlar ne berbat ki diyorlar cahillikleriyle kaç kızı acılara kurban edip mutsuzluğa mahkum ediyorlar.Eğer bir kadın kendi haklarını koruyamıyor evlat ayrımı yapıyorsa erkeklerden hiç bekleyemez eşitliği.Üstelik kısıtlandırmalar hatayı beraberinde getirir.Kadının gözyaşının hükmü yok mu bu pis düzende? Var olmalıda en azından biz haklarımıza sahip çıkarsak olacak ne yazık ki önce mide bulandıran cinsi ayrım pisliğinden kurtulmamız lazım.Kadın zekidir ancak kendi haklarına sahip çıkabildiğinde o cevherle yerle bir eder mikrobik düzeni...Ve unutmayalım ki namusluluk terbiye içte olmalıdır mini etekte,gece dışarda gezmelerde değil bir insanın beyni hasetliklerle örülü çöplükse kara çarşaf giyse temizlemeye ne yeter?
24 Ocak 2012 Salı
The notebook filmi ve benim yorumlarım
Çok fazla film izleyen
bir insan değilimdir çünkü kolay kolay seçemem ve beğenemem hem de kişisel
tercihim genel de kitap okumaktan yanadır çünkü kitap okurken beyninizde sahneyi
dekoru siz tasarlarsınız.Yalnız uzun zamandır merak ettiğim bir film olan The Notebook
filmini en nihayetinde izleme kararı aldım.Geçtim bilgisayarın başına sırf sıkıntıdan
başlattım filmi. Klasik bir beklenti içerisinde izlemeye başlarken film beni
içine aldı ruhumu başka dünyalara götürdü ve beni acayip şaşırttı çünkü o kadar
derin o kadar duygulu işlenmiş ki filmin hikayesi yer yer gözüm doldu
sahnelerde. Anlayacağınız beklentimi baya aştı film .Uzun zamandır bu kadar etkileyici bir
filmle karşı karşıya kalmamıştım.Gerçek dünyada kolay kolay göremeyeceğiniz bir aşk tutkunun sınırları zorlanarak en enfes şekilde anlatılmış.Bir kere film başladığı an insanı bilinmeyen bir büyünün içine alıyor ve sen işlenen aşkın sarhoşluğuyla bitiriyorsun filmi.İki aşığın birbirlerine bakışları,vücutlarına dokunan ellerinin aslında ruhlarında dolaşması araya mesafeler girmesine rağmen kaybetmedikleri tutkuları gerçek dünyanın somut gerçekliğinden koparıyor sizi ve adeta iliklerinize kadar işliyor kalbinize dokunuyor bu aşk.Hele ki günümüzde gördüğümüz sıradan bayağı ilişkilerin kokuşmuşluğundan saf ve taze sevgiye erişmek inanılmaz oluyor sizin için.Ve tam gözyaşlarına boğulmak üzereyken film en büyük süprizini yapıyor ve kavuşturuyor aşıkları.Ve birbirlerine o kadar aşık ki kahramanlarımız başrol kızımız yaşlanıp unutkanlık hastalığına yakalandığında başrol erkeğimiz de evini terkediyor kadının yanına yerleşip ona her gün kendi hikayelerini okuyor.Günümüzde sadakatsiz milyonlarca erkeğin aksine birbirlerine sıkı sıkı tutunmuş devasa bir aşkın en güzel portresiydi bu film. İlk işiniz bu filmi izlemek olsun unutulmuş tutkuları alevlendiren derin bir etki yapıyor.
Ve bu filmde en sevdiğim söz şu oldu:''Bir erkek bir kadının gözlerine baktığında başka bir kadını görüyorsa kadın bunu anlar.'' Ne kadar doğru ve güzel bir söz...
Şimdiden izleyeceklere iyi seyirler asla pişman olmayacaksınız emin olun...
23 Ocak 2012 Pazartesi
Ölümü Bekleyen Serseri
Kimsenin olmadığı hayallerden bir dünyada gözyaşlarımla kırmızı bir denizde kanıyor yüreğim,kendi kendimin merhemi oluyorum uçsuz bucaksız acılarımda...Yalnızlığı iliklerime kadar hissediyorum, hafif sızlatıyor şırınga incecik bedenimi.Ruhum nice aşkları sallıyor beşiğinde ağlıyor umutlarım yerin en derininde...Tırnaklarım geçiyor kimsesizliğime, kanatıyor dokunduğu yeri hiçliğim...Alkolle yıkanıyor her bir hücrem ve gölgeliyor gece içimde ki sessiz eziyeti.Tezat bir şekilde çığlıkları duyuluyor ezilmiş bedenlerin bir yerlerde...Ruhlar dolaşıyor geceleri buralarda kimliksizliğe çare olabilmek için.Simsiyah bir zehir akıyor gökyüzünden eritiyor bedenimde ki kemikleri.Ve ben kala kalıyorum bir yığın şeklinde köşede gözlerine acı ve morluk çökmüş ölümü bekleyen serseri gibi...
Sahte Senaryolar
Arkadaş olmak nedir?Onu sorgulayalım bugün...Herkesin milyonlarca arkadaşı var dünyada ama hangisi ile gerçekten mutlu kimin yanında kendini mutlu hissediyor bilemeyiz.Her gün gittiğimiz mekanlarda sayısız yüz görüyoruz onlara arkadaşım deyip yalandan tebessümler sunuyoruz seni seviyorum gibisinden sahte cümleler kuruyoruz .Peki ya arkadaşlık bu mudur böyle mi olmalıdır bir insanın milyonlarca arkadaşı olsun onun yanında saçmalayamıyor kendini serbest bırakamıyorsa gerçeklikten yoksundur o dostluk...Çok fazla konuştuğum insan var ama hepsiyle aramdaki mesafe farklı buna bağlı olarak onlara karşı davranışlarımda birbirinden farklı.Kimisine mecburiyetten selam verip yanında kasılıyorum dakikaları sayıyorum,diğerinin yanında iki muhabbet ediyorum.Ama öyle birinin yanına gidiyorum ki selam bile vermeden yanağına öpücük kondurup onu kolundan sürükleyip tüm sırlarımı paylaşıyorum çünkü o artık benim kardeşim olmuş arkadaşlık sıfatına yakıştıramıyorum onu çünkü ben onun omzunda ağlamışım onunla kahkahalar atmışım fütursuzca saçmalamışız ,delicesine,şifreler koymuşuz bize özel kimsenin anlayamayacağı,öyle hale gelmişiz ki bakışlarımız birbiri ile buluştuğunda aynı şeyleri aklımızdan geçirip gülümsemişiz,birbirimizden uzaktayken bir şeye sevindiğimizde aaa bunu ona anlatmalıyım diye çırpınmışız durduğumuz yerde.Ya da birisi bizi üzdüğünde hemen anlamışız davranışlarımızdan...Delicesine milleti çekiştirmişiz.Aynı kulaklıktan müzik dinlemiş şımarmışız doyasıya.Birbirimizin evine gidip sınırlarını aşmışız eğlencenin.Hayaller kurmuşuz en manyağından gerçekleşmesi imkansız.Kendi kafamızdaki ülkenin kraliçeleri olmuş emrimize sermişiz tüm insanlığı.Hayalimizde ki karakterlere bürünmüş oyunlar oynamışız kimsenin farkında olmadığı.Birimizin canı acıdığında onu içimizde hissedip onunla birlikte ağlamışız birine sinirlendiğimiz de birlilkte saydırmışız küfürlerin en büyüğünü intikam meleklerini birlikte çağırmışız yanımıza,alışverişe gittiğimizde birbirimizden fikir almışız en derin güvenle.Sinemaya gittiğimizde insanlara aldırmadan konuşmuş kahkahalar atmışız.Utanmazca gözlemişiz insanları.Birbirimizin rujunu parfümünü kullanmışız izin almadan.Rezil olmuşuz mutluluğun sarhoşluğundan kusurlarımızı komedi yapmışız utanmadan.Hayatımızda ki en büyük sırları sadece birbirimize vermişiz hiç tereddüt etmeden.Eğer bunlar varolamıyorsa bir arkadaşlıkta sahte senaryolarla rol alıyorsak hayatın en keskin sahnesinde yalnızlık yeğdir en iğrenç birlikteliğe....
21 Ocak 2012 Cumartesi
Ben uçmak için yaratılmışım!
Neden gerizekalı gibi her an ağlıyorum bilmiyorum kendi kendime diyorum ki kızım rahatlık mı batıyor sana bak ne güzel tatildesin yediğin önünde yemediğin arkanda yok anlamıyor benim habire akmaya meyilli gözyaşlarım.Hayır bunalım bunalım bir yere kadar değil mi ama eğer böyle giderse ben 30 u bulmadan geberip gideceğim kıytırık şeyleri kafaya takmaktan.Millete karşı yükseklerden uçmayı havalara girmeyi biliyorsun Melis hanım, ama işte hedefi yüksek tutuncada yüreğin paramparça oluyor kendini yok ediyorsun farkında değilsin.Kendi kendime ne güzel de öğütler verebiliyorum ahhhh ahhh bir de tutabilsem her bir umudum teker teker yerle bir olurken bedenime milyonlarca kırbaç iniyorda oluşan yaralara tuz basılıyor gibi hissediyorum.Her bir yıkılışımda gözyaşlarımı içime akıtıyor öyle bir akıtıyorum ki inadına yeşilleniyor yeni umutlar ama ruhum melankoliyle sevişmekten vazgeçmedikçe umutlarım zehirlerle büyüdükçe nasıl mutluluk saçabilirim etrafa, saçamıyorum çürük meyveler veriyorum insanlığa.Hani bana yakın olan insanlara beni sorsanız soyadı depresyon derler imzamı basarım.Hayır hayır aslında dışarıya gülücükler saçan da bir bünyem vardır ama gel gör ki yaz yağmuru gibi diniyor hemen mutluluklarım ,bünyem aşırı doz mutluluğu kaldıramıyor.Bu yüzden belki de sürekli gülmeyi ad edinmişim kendime belki edindiğim ad soyadım olan depresyonu yener diye.Hayallerimden bahsetsem size dersiniz ki eee bu kadar büyük hayallerin varsa tabi ki mutsuz olursun ayakların yere bassın biraz diye öğütler verirsiniz ama basmıyor işte basmıyor ayaklarım yere ben uçmak ve yok olmak için doğmuşum asil ve pervasızca...
20 Ocak 2012 Cuma
Bu ara
Böyle bir sıkıntılardayım ki bu ara anlatamam.Hiçbir şeyden tat alamıyorum sürekli afakanlar basıyor derin derin çığlıklar atmak istiyorum.Çünkü tatilim yedi 24 uyumakla bilgisayarda oturmakla ve kitap okumakla geçiyor millet şehirden şehire koşuda ödülleri toplarken benim kara talihim miskin ev kedisi olmamı istiyor.Böyle evde sıkıntıdan öfleyip püfledikçe milletin de huzurunu kaçırıyorum tam depresyon halindeyim yani dokunsanız ağlayacak kıvamdayım, böyle ortada ruhum ateşe verilmişte çaresizce bir köşede acıyla kıvranıyormuşum gibi.Üstelik bu şehir beni sıktı işin açığı zevk almıyorum buranın karanlık yobazlığından, gezdiğim yerlerden bile zevk alamıyorum.Bir an önce yaz gelse de tatile gitsem diye dört dönüyorum.Çünkü o kadar sinir sistemim yerle bir ki bura sanki yaşadığım bu şehrin her santimetre karesi bana düşman ben de ona düşmanmışım gibi hissediyorum.Zaten ben küçüklüğümden beri farklı biriydim hep kendime ait bir hayal dünyam vardı orada daha mutluydum.Şimdi de değişen bir şey yok hala öyleyim istediğim şeyleri yazılarıma döküyorum ya da okuduğum kitaplarda var ediyorum.Bir kitabın okuduğum sayfalarında alev alıyor gerçek kimliğim ya da yazdığım satırlarda iliklerime işliyor gerçekliğim bir nevi ilaç gibi geliyor bu sıkıcı dünyada bunlar bana.Ya da ne bileyim işte bir parça nefes alıyorum taaaa köşelerde.Ben oturduğu yerlerde hayaller kuran megoloman bir kızım tabi dozunda bir megolomanım.Çünkü uçuk hayallerim var benim kimsenin inanmadığı ama kendimin çoktan planlar yaptığım hayallerim.Başkalarının yapamazsın ya da ben yapamam dediği hayallere aşırı derecede secret yaparak kolları sıvıyorum en başta ne de olsa inanmak başarmanın yarısıdır.Asla onlar olmayacak diye olumsuzluklara kapılmıyorum onlar daha şimdiden varolmuş gibi yaşıyorum eğer öyle yapmazsam nasıl mutlu olabilirim dar ve sığ dünyada.Çoğu insanın en büyük hatası aşırı realist olması oysa ki gerçeklerden kopmak bazen işe yarayabilir hiçbir zaman aşırı realist olmadım olmakta istemiyorum neden herşeye olmayacak gözüyle bakayım ki bu bana eziyet olur.Ben büyük büyük büyük bir HAYALPERESTİM ve bu bana bazen acı versede benim tek gerçekliğim hayallerim doğru veya yalnış ben böyleyim.Eğer değişmeye çalışırsam biliyorum ki ezilirim yok olurum bin bir parçaya ayrılırım değişmeyi neden deneyeyim?
Çocuk kabusum
Bugüne kadar çocuklarla daha iyi anlaşan kişi hep kardeşim olmuştur ben daha çok uzakta kalan taraf oldum hep.Ama aksi şekilde çocuklarda hep beni sevdi.Oysa ki ben sinirlenince çocuk falan dinlemeyen büyük adam gibi karşımdaki ile tartışan bir insanımdır.Öyle de psikopatlaşırım yeri gelince :)Ya bir de şöyle bir durum var ne kadar okuduğum mesleği sevsem de öğretmenlik yedi yirmi dört çocuklarla uğraşma işidir.Nitekim bunları dememe rağmen hiçbir çocuğun yaşadığı acılara kıyamam hemen ağlarım öyle de merhametliyimdir yani.Ama ben bir bebeği ve yahut çocuğu seveceğim şöyle 15 dakika sonra yallah edicem çünkü fazlasına katiyen katlanamıyorum misal komşumuzun çocuğu şöyle çok fazla ağlayıp sürekli bir şeyler istedimi benim şarteller atıyor.Böyle kıpkırmızı oluyorum nefes al melis nefes ver melis kendini tut dayan melis bağırma çocuğa annesi yanlış anlar melis durumlarına giriyorum.Ama en sonunda dayanamayıp içimde ki canavarı ortaya çıkarıp kızıyorum böylece avantaj elde ediyorum bak valla öyle oluyor mesela kardeşimden sürekli istekte bulunuyor çocuk: mine abla oje sür mine abla ruj sür ama benden hiçbir şey isteyemiyor bazen katılık otorite iyidir dozunda oldukça bizzat denenmiştir.Bir de kardeşim çocuğun istediğini yapmasın çocuk hemen sinirleniyor yeri göğü inletiyor alışmış çünkü ondan ilgi görmeye ama ben hayır desem alınmıyor bu da bir avantaj.Annem hep der ki senin anneliğini çok merak ediyorum ben de diyorum ki hiç merak etme çocuk mocuk istemiyorum annemden klasik anne cevabı gelir:BÜYÜK KONUŞMA!Ben tabi hemen duvarlara vuruyorum felan.eeee sevgili okuyucular masal burada biter...
19 Ocak 2012 Perşembe
Yengeç Burcu Kadınlarına Benim Özel Yorumum
Bir tipik yengeç kadını olarak bizlerden bahsedeceğim; tipik yengeç kadını nelerden hoşlanır ,onları neler çıldırtır yasaklı kelimeleri nelerdir falan. Yanlış anlaşılmasın astrolog felan değilim ama neticede bende bir yengeçim huyumuzu suyumuzu iyi bilirim.Mesela bir yengeç tembelliği çok sever yalnız beyin tembelliğini değil beden tembelliğini zira yengeç kızları belli etmesede hırslıdır ama yedi yirmi dört yatmayada bayılır tıpkı uyuz ev kedileri gibi anlattığıma göre ne de tatlıyız öyle değil mi?Ancak eğer onu incitecek çok büyük bir hata yaparsanız eğer yaparsanız hiç bir burçta göremeyeceğiniz bir ruhsal değişimle karşılaşır patileriyle yüzleşir en uygun andada bizden öldürücü darbeyi sivri tırnaklarımızı yersiniz.Ha yememek için buraya kulak kabartın.Bir yengeç kadının sevincini üzüntüsünü uzun süre paylaşamazsınız çünkü hemen üzülür hemen sevinir içinde durulmayan büyük okyanuslar vardır hiç bir yengeç kızı ufak durgun gölle yetinemez.Onun mutlaka ruhunda derin iç hesaplaşmaları vardır sizin için önemsiz görünen şeyleri o günlerce beyninde tasarlayıp üzülebilir.Bu yüzden sakın ha sakın onun umursadığı şeyleri küçümseyeyim demeyin çünkü en alındığı şey budur sizi tek kalemde yerle bir eder hayatından siler.Yine yengeç kadını hemen bir şeylere darılsa da en ufak söz veya iyilik dargınlığını unutturur lakin eğer büyük bir hata yaparsanız size küsmüyormuş rolü yapar ama yaptığınız hatanın bedelini bir ömür farkettirmeden size çektirir.İşte siz o zaman yaptığınız şey her neyse onun pişmanlığını ateşte kavrulmak pahasına yok etmek istersiniz.Yengeç burcu gezegenlerden ay tarafından etki altına alınmıştır ve ay duyguları acıyı sembolize eder.Ve asla bir yengeç güvenene kadar insanlara karşı gardını idirmez siz onun gerçek kimliği sandığınız davranışlarının aslında birer maskeden ibaret olduğunu asla farkedemezsiniz.Yengeç burcu kadının arkadaşı çoktur çünkü sevecen bir kişiliktedir ama dostu azdır çünkü o mevkiye yaraşır bulmadığı hiç kimseyi oraya koymaz.Yengeç burcu kadını aşk filmlerine,kitaplarına bayılır hatta bu teknoloji devri onların ruhunu yansıtmaz onlar geçmişin insanlarıdır.Onlar ay ışığına ve denize ölene kadar hasret duyan insanlardır.Bu burç doğuştan yazma yeteneğine sahiptir çünkü onu duyguları yönetir.Erkeklerde kendine güven,maddi zenginlik ve sonuna kadar aşkını saklayan bir ruh isterler ve şu söze inanırlar:''En büyük aşık çapkın erkeklerden varolur.''Yapışkan tiplerden asla hoşlanmazlar.Bu burç kadınları aşırı hayalperest bir ruha sahiptirler bu yüzden çoğu mutluluğu bulamaz idealisttirler tiyatro oyuncusu,yazar,editör,öğretmenlik ideal meslekleridir. Astrolog Olmasa da Yengeç Burcu Olan Bir Kadından Yorumlar
Taht Taç Kan Kırmızı
Erkekler için bir zamanlar ne kadarda iyiydik onlar henüz gözü açılmamış özgürlüğü tadamamış kadınları ne de çok seviyorlardı.Ama sonra ne oldu güçlü kadın kimliği oluşmaya başladı artık kadın bir şeylerin farkına varmaya başladı gözü açıldı hayatta tadılacak mutlulukları öğrendi.Peki bundan memnun olmayan kimdi tabiki erkekler.Şimdi sorsak hepsi kadın ve erkek eşit olmalıdır der ama bu fikri benimsemez kadın çalışma hayatına girse bile evini ihmal etmeyecektir bir nevi bedelidir bu işler onlara göre kadının özgürlüğe kavuşmasının.Bir de kendi haklarına sahip çıkmayan kadınlar vardır ki kör cahillikle çamura bulanmışlardır ve şiddetle karşıdırlar kadının özgürlüğe kavuşmasına bunlar daha kötüdür o tip erkeklerden.Çünkü erkeklerinde şanlısı medenisi dürüstü ve eşitlikçisi mevcuttur bunun en güzel örneği MUSTAFA KEMAL ATATÜRK değil midir? Eğer o olmasaydı bir metadan ne farkımız olacaktı eğer Atatürk olmasaydı anaların evlatlarının üstünde hükmü bile yoktu mirasta pay hakkı erkekten azdı.En önemlisi kadın Atatürk sayesinde çok eşlilik belasından kurtuldu yönetimde söz sahibi oldu işte bu yüzden en çok kadınlar bilmelidir Atatürk'ün değerini eğer bizler onu koruyup kollamazsak kendimize ihanet etmiş oluruz.Şimdi dünyaya demokrasi yani cumhuriyet gelmeden önce kadının yerini irdeleyecek olursak:Tarih boyunca ne yazık ki toplumumuz ve diğer toplumlar güçlü ,haklarını koruyabilen,zeki kadınları ''Cadı'' olarak nitelendirmişlerdir dünyada bu değişmemiştir kendilerine biçilen mazlum ve saf tipini kabul etmeyen kadınlar ise yadırganmış ve kara leke olarak görülmüştür misal Hürrem ben herkesin aksine Hürremi'i severim zekidir o kendi ayaklarının üstünde durabilen kaderine boyun eğmeyen özgürlükçü kadının sembolüdür onu sadece hatalarıyla anmak yanlıştır çünkü o daha küçükken ailesinden koparılmış bir kızdır sarayın entirikalarına kurban olmuş ama sağ çıkmış bir kadındır Hürrem en önemlisi de burayı iyi okuyun''İslam dininden gelmeyip de nikah kıyılan ilk padişah karısı olmayı başarmıştır.''Bunu hangi kadın yapabilir?
Yine dünyadan örnek verecek olursak ''Anne Boleyn'' o kadar zekiydi ki kralı etkileyerek onu karısından boşanmaya hatta kralın kliseyi karşısına almasına neden oldu ve büyük tartışmalarla Kraliçe oldu ve halk tarafından ''Cadı'' olarak nitelendirildi sonra idam edildi. Yine başka bir örnek Marie Antoinette mutluluğu fransa kralı olan kocasında hiç bulamadı gönlüne göre yaşadı daha sonra idam edildi.
Güçlü ama trajik hayatları olan bir çok kadın var dünya tarihinde ama tespitim şu ki:Toplum güçlü kadını sevmiyor çünkü işine gelmiyor...
Yine dünyadan örnek verecek olursak ''Anne Boleyn'' o kadar zekiydi ki kralı etkileyerek onu karısından boşanmaya hatta kralın kliseyi karşısına almasına neden oldu ve büyük tartışmalarla Kraliçe oldu ve halk tarafından ''Cadı'' olarak nitelendirildi sonra idam edildi. Yine başka bir örnek Marie Antoinette mutluluğu fransa kralı olan kocasında hiç bulamadı gönlüne göre yaşadı daha sonra idam edildi.
Güçlü ama trajik hayatları olan bir çok kadın var dünya tarihinde ama tespitim şu ki:Toplum güçlü kadını sevmiyor çünkü işine gelmiyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)